Kendi servetinde boy verse boğulacak adamların kendilerini tanrının gölgesiymiş gibi kutlu kıldıkları coğrafyalarda yaşadım. Yaşadım diyorum çünkü toplum sözlüğünde yaşamak kelimesi nefes alabiliyor olmaktı.
Her birimiz kirpiklerimize kadar sirayet etmiş hırs fikirlerinin yılmaz birer önderiyiz. Kendimize ait cennetlerimiz ve cehennemlerimiz var. Bize kalsa tanrı kime neyi vereceğini bilmeyen bir acemi. Biz mi? Haşa! Her şeyi iyi biliriz biz. Yanacağı da biliriz, serin ırmaklarımızda uyuyanları da... Bizim kurallarımızın günahkarları var. Menfaatimize boyun eğen güzide kullarımız da. Yediğini resimli paylaşanı beğen ki, torunlarımıza da geçsin bu layk sünneti!
Her an gelebilecek bir otobüs için durakta oturmaya bile tenezzül etmeyen biz, dünyaya kazık çakmaya çalışıyoruz. Garip...
Sana gelince; mutlu olurum. Üzülürüm senden her gidişimde. Gönül ne zaman seni netlese, gayrısı flu demiş Canon hazretleri.
Bana gelince; beladır, gamdır nimettir yahut sensindir. Şükrederim. Ha sen gelmişsin bana, ha bir çuval altın bırakılmış savaş yetimin kapısına. Fakat Yetim yine de anam-babam der, ben ise hoşgeldin. İkimiz de yine kabul ederiz. Derin musikilerde, derin cümlelerle yaşayan eski zaman ozanlarının mahlasları ve nefesleri hiç de mey kokmuyor oysa...
İçtiği boştur, İşittiği meyle sarhoştur şair. Sesin; tabiat denen ilahi şiirden kulağıma sunulan berceste. O, sözün de en iyisini bilendir.
Esma'n ile yıkanmayalı birikmiş bulaşık kalbim.
Rabbim, biz aslında deterjan reklamlarından önce, senden öğrendik bir damla infak ile dağ gibi bulaşığın, kirin üstesinden gelindiğini.
Gerçi söz senin merhametindir, küfür benim cehaletim.
Yorumlar
Yorum Gönder