Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Diyaloglu Figüran

Resimler işte görenle görünenin bir karelik, mahrem ilişkisi.  Eskilerin görünümü ve yenilerin gözleri...Uzun uzun bakarsın bir resme, resimle tanış olursun şahsı hiç görmesen de.Görünmektir resim, kanıt değilse de bir yerde görünmektir, var oldum diyebilmenin dijital halidir orjinal olmasa bile.Oysa ruh ve Rab ihtiyaç duymaz delile sevmek için. Rab "Samet'tir" hiç bir şeye ihtiyaç duymaz, ihtiyaç duyulandır.Ruh bedenin halifesidir; Allah'ın bedendeki ve yeryüzündeki halifesi. Bezm-i elest'ten bu yana hükmünü unuttuğu bir kontratın tek taraflı fesih kibirlisidir insan.   Ben ne zaman kalbim acısa evrene sataşırım. Tüm güzel şarkıların saçını çeker, tüm meyvesi esirgenen ağaç sahiplerinin camlarını taşlarım.Canım yandı, etim ezildi, ruhum bedenime ağır geldi, başım gövdeme...Affedici rabbimdir evet ama neden gönlüm bir türlü razı değil?  -Neden sanki bunca zaman çektiğim sıkıntıları sahibinin o kadir bilmez boğazına düğümlemek istiyorum?  -Bahsedilen öfkenin

Cümle-ten

Cümle tesellileri arasında duygu değişimleri yaşamaktan yoruldum. Kalp denen organ bu kadar mı değersizleşti yahu? İnsanlar birbirine güvenmek için artık sözleşme metinleri mi düzenlemeli anlamıyorum ki... "Bakınız küçük hanım, yıllardır kimseye meyil etmediğim kalbimle size meftun olacağız fakat, anamı ağlatmamanız üzerine bir sözleşme yapmalıyız." "iş bu sözleşmenin taraflarca bozulması halinde sezarın hakkı sezara verilmeli, tarafların beslediği hayaller ve geleceğe yönelik duygu birikimleri kireç kuyusuna atılıp yakılmalıdır ki, tekrar tarafların önüne çıkıp onları yerle bir etmesin diye.Ayrıca O zaman dilimini hatırlatacak şarkılar, müyap'a taraflarca ödenecek bir bedel ile piyasadan kaldırılmalıdır." Ben cümlelerle ifade edemediğim duygularımı ne yapacağım peki? Şu kalbimdeki ayaklanmış sokak piçlerini ne ile teselli edeceğim ki, yakmasınlar ruhumu... Eh güzel kadın, hiç yanımda hasta olmadın ki, tependeki sandalyede sabahlayıp, inlemelerinde terini

Baban Gibi Sev - 27 Temmuz 2012

Ramazanın yedinci günü, sekizinci sahurunda aklıma geliverdi, ne güzel dedin anne "Baban gibi sev." diye. Ne memnuyiyet dolu bir cümledir bu. Ne bahtiyar bir adamdır babam ki, adam edermiş adam olmayanı adam gibi kadın.Babam adamdı, koca oldu senin durgun nehrinde. Şimdi sen uzanırken yatağında hasta, babam memnuniyetsizdi benim hazırladığım sofradan. -Yemeği mi beğenmedin baba? -Hayır oğlum estağfurullah, güzel yemek eline sağlık. Fakat asıktı suratı. Oyuncağı alınmış çocuk gibi 65. yaşından çekinmese ağlayacak hani...Otursun istiyor annem yanında, yemese de, içmese de otursun öylece. Anneme laf atıyor, benden çekinip yemeğe birşey diyemiyor. O annem otursun kazanın başında, çayı o versin istiyor. annemin demesi gibi, "babam gibi seviyor" babam annemi.Neye sevinse o dinlemeli ilk, neyi bilse o bilmeli. Peygamberin haticesi değilse de, Babamın ömür tutkusu annem. -Anne hoşaf taslarını bulamadı hoşaftan anlamayan eşek oğlun. - cam rafı aç orada oğlum.(sult

Evcil-lik oyunu

Önce merhametini uyutur sonra sevgisini Kendisi de uyur onlar uyuyunca Benliğine sıkı sıkı sarılır evlatlarına düşkün bir anne gibi Sabah olur bir vakit Umut deliksiz uykularda geç kaldığı işine Acele yol alırken nelere geç, nelerden eksik kaldığını bilmeden unutur anne uyandırmayı diğerlerini Bir sevmektir dolanmış diline Evlilik için evcilleştirilmesi gereken bir bencilliği var bu küçük kızın baygınlık  değil bu, ben ölüyorum ve O hala uyumak biliyor  sevmeyi.

rüya okumaları

Sevmenin kazası pişmanlık nafilesi özlem nafile kalbime senden gayrı kimi özlesem ….. Ağır gelen çiçeğe Çelenkte durmak yar eli yerine yoksa dert değil koparılmak. ….. Seslenir Efendisi müridin “Gayrıdan ümidi kes, Allah bes, Bakî heves”

bahçıvan

Ölüm bedenin sonu toprağın tohumu yemyeşil, dolu dolu. bu yüzden mezar taşlarını çiçek, babasını bahçıvan zanneder mezarcının oğlu.

duvarlar

seni tek seferde unutturacak Züppe bir yalnızlığım var dışarıda Ne sana giderim ne de ona Duvarlara dertlenirim ben sessiz, kanamasız saygılı duvarlara

çimen ve çingene

İçimden geçerken cümle trenleri sussam sessizliğime uyanır mısın suna canıma ilişmiş göz kapaklarınla güneşlerini saklayıp doğar mısın bir şefkat yetiminin sabahına Eşiğimiz temiz olsa önyargılarımızdan ve güzel kokulu şehir bacaları gibi pamuk pamuk bulutları sevsek hüzne vize vermesek,bekletsek,oyalasak mezara dek betondan rüşvet almadan sadık kalır mısın tabiata çıplak ayaklı çingene çocuklarının koşturması bakkala meybuz aşkına suna! ikinci kalite gofretin hatrına caddeler dolusu insan akarken bakiyesiz kredi kartlarıyla çocuklar diyorum, meybuz için maç yapıyor suna! Dünyanın şehir yanları samimiyet kangreni gül dikeninden rahatsız, dijital delilikler tedavi etmiyor sen,nostaljik kafeler ve taliplerinle doymuyorsun ilgiye,sevgi sana yetmiyor. camiler mimarla değil, imanla ayakta suna Çimenlik ve çingeneler kardeştir toprak ve insan ise akraba Bunu en iyi Aşık Veysel bilir kaldı ki son model cihazınla suretlerken evreni topraktan kaçan sen bilmezsin suna

çocuktan al kederi

“Ve marshall .. gün sonra iyileşmişti. Tüm o beyzbol,futbol,atış poligonları, arkadaş diyalogları faydalı olacak diye beklerken, onu iyileştiren tek şey “zaman” idi.”  (How i meet your mother /S2- B1 )  Sen annenin terliğine tır anlamı yüklerken ben oturduğum yerde çok sıkılıyorum çocuk Aynı şeyleri denemedim değil sen hıyarı uçak yaparken mesela ben onu sıradanlaştırayım dedim aklımda. Olmadığından değil,beceremediğimden biliyorum Sen süpermen olacağım diyorsun, ben unutacağım yalancı sevdiğimi ben unutamadım çocuk, senin süpermen olamayacağın gibi Seneye de giyilmeyen tek şey bir yetişkinin hayalleridir çocuk ve rüyada bile sevmek birini eve iş getirmek gibi.

unutulmayan gün

Bağrıma evlat diye basacağım buhranlar edindim. Tüm sevinçlerimi çalan hırsızlar ordusuna yaşamadığım tüm huzurlu günleri ve toplayamadığım tüm çiçekleri fidye veriyorum. Hangi dilimini yediysem acı tattı zaman Belki de geçen gençliğin telaşından Güvendiklerim kusurlarımı tülden şefkatle örttüler Bir bardak çay için döktüğüm teri unutmadan ölmem gibi geliyor asırlarca yaşasam

şimdi sana hangisini söyleyeyim

Sancılarımın ucunda işlemeli çocukuluğumun tutulmaz umut yanından yarası taze hayıflanılmış izmaritin faydası kadar kayıp içimin sıkıntıları ve şuh gülüşleri içinde ezik şuurum  teslim bir alem bilmeze. Şimdi sana hangisini söyleyeyim? zaman,ölüm,ışık, mekan… Çocuktum büyüdüm, sıkıldım çocuk kalanlardan evrenin kibir yükünden kaçıp yoksul caddelere sokak fenerleri gibi tünedim gocunmadan Elimin tuttuğu kalemim,hocam, zımparam ve ustam bilir Her güzelliğin hayaline açılırım ama şahit olduğum her acemi yalanda bir hayalim devrilir. Duygusunu bu dünyada bırakacağım bir servet varsa ancak O da gökyüzüne aynı gözle bakmadığım sevgililerimdir Harf açlığımda ekmeye sarılırdı okunmalık gazete kağıtlarım ve beni yer yüzünde anlamaya hak bulmamış beş duyu organıma hitap eden nice varlık varsa üç yıllık değişmeyen okul ceketimde saklarım. Şimdi sana hangisini söyleyeyim? ömrümün kalanına bir çift göz ipoteğini ya da annemin konservelerinden çıkma gelenekçi gösterişli kad

artık çok genç

Aksayan bacağında gençliğimin, fikrinin sapladığı şarkılar var ve yokluk kelimesinin folklorik karşılığı hiç olmamak gibi. zamane bilgesi dediğin; hızla geçen trene atlayamamış bir fırsat kaçkını Ne diye hüzünleneyim bir güzele derken İşte tam da o şiirin başlığına gömülmüş kalem değdirmeden ağlamışım cümlelere.

erdal abime…

Merhamet bir çelmedir erdal abi Kendi ayağına takıp durduğun Sıradan deterjanların yetemediği Bir mikroptur vicdan Bu zamanın anlaşılmaz deliliğidir. Sevmek, yoksul kent vitrinlerinde gördüğümüz Noel süsleri gibi parlaksa seversin Özündeki toprak kokusunu Yani ölümün yaşamla koyun koyuna duruşunu kabullenmek asılsız bir hayaldir. Şimdilerde moda; hiç ölmeyecekmiş gibi büyümektir. Yücelik saf ruhtadır derler bilirsin İnsan doğarken küçülmeye başlar erdal abi. Emeklilik kuyrukları derken Son nefesinde bir nokta bile değildir insan ve evren. Şimdilerde moda; hızla küçülmek Din yalnızca bir ritüel belirli günlerde. Üstelik tanrının hatrı ve Olası cennet fikri için bi müddet katlanmak sıkıcı ezgilere. “E napalım hayat bu,yaşamalı herşeye rağmen” dedin de aklıma geldi. 120 metrakarelik tabutlarımızda Hapşururken vicdan alerjisinden, Hay sen çok öl dendi Bir ölü, gaip ve de haklı insanlık sesinden…